bu karşımda duran ben miyim? seninle yüzleşme vakti geldi artık demek ki. neyin var? bir elinde şarap kadehi, bir elinde kalem. gözyaşların önündeki kâğıda damlıyor usul usul... canın yanıyor, hem de çok yanıyor, görüyorum. sorsam anlatmazsın iyi bilirim. çünkü sen bana çok benzersin, sen olamayacak kadar çok ama ben olamayacak kadar da az... şimdi bırak o kadehi masana ve karşında oturup mum ışığında beyaz bir kâğıda bir şeyler karalayan şu yalnız ama bir o kadar da güçlü adamın sözlerine kulak ver. o kadar güçsüz ve yenik görünüyorsun ki... yağmurda ıslanmış yavru bir kedi gibisin. sen, o koca adam. bir yumrukla yıkılıvermişsin. eminim o kâğıda dünyanın en acıklı şiirini yazmakla meşgulsün. her satırdan sonra bir yudum daha alıyorsun kadehinden. içtikçe acıların azalacağına daha da büyüyor. hayali dolaşıyor artık her yerde. arada bir gözlerine bakıp kocaman bir gülücük bahşediyor sana, tapılası bir tanrıça gibi... bu gece söküp alıyorsun kalbinden şiirlerini. sen de benim kadar iyi biliyorsun onun o şiirleri çoktan yaktığını. yırtıp atarım, okumadan silerim dediği o son şiirini yazıyorsun büyülü parmaklarınla. ayrılık hediyesi olacaktı biliyorum. ama okumadı ve bir kaldırım taşına terk etti seni. ağlama artık, beni de ağlatacaksın. sen ona kıyamazdın ama o kıydı sana. ömrünü çaldı değil mi? hayır, yaşanacak daha uzun yıllar var önünde. başın dönüyor, yalnızsın, ağlıyorsun. ve bu koca dünyada seni teselli edebilecek tek bir insan bile yok...
Follow me on Twitter