15/06/2006
Seni özlediğimi bilmenin o mağrur ifadesi gözlerimden yansıyıp sana dönerken öylesine büyük bir düğüm boğazıma takılıyordu ki dünyanın tüm güzellikleri cehennem ateşinden farksız gibi geliyor, ayağınla çiğneyip geçtiğin çiçeklerle sırdaş oluyordum. Bana acı vermek istemiyordun belki de. Ama eğer istiyorsan başarıyordun. Sensizliğin o soğuk rüzgârı şimdi de umursamaz tavırlarınla fırtınaya dönüşmüş beni acıdan acıya, yalnızlıktan yalnızlığa sürüklüyordu. Dostlarıma anlatıyordum, acılarımı paylaşıyordum. Paylaştıkça acılarım çoğalırken, ben azalıyordum. Her geçen gün bir parçamı daha kaybediyordum. Ýnsan yanlarım bana nedense küsüvermişlerdi. Ardından öylece bakakalmak en acıklı filmlerin en sevdiğim sahnesiydi belki de. Hep yaşamak istediğim o anı öyle özümsüyordum ki bir kar tanesi gibi eriyip gidiyordum. Olmuyordu, yapamıyordum. Özlediğimi sana itiraf etmek kendime itiraf etmekten daha kolaydı belki de. Sana sormaya geldim ama gittiğin günden beri seni bir daha bulamadım. Öylesine güzel bir günde gittin ki geri dönmeyeceğinin benim gözlerimin kapalı olduğu yöndeki apaçık bir kâbus olduğu çok belliydi. Seni seviyorum deyip boynuma atılışın senden kalan en son güzel anı oldu. O filmde olduğu gibi gittin ve bir daha dönmedin. Her akşam içiyorum artık. Neden diye sorma ve güçsüzlükle suçlama beni artık. Evet, ben senin beğenmediğin o güçsüzlüğümle, bir kaldırım taşına terk ettiğin yaralı ruhumla ve bir damla suyu esirgediğin yıpranmış vücudumla yıllardır seni bekliyorum. Kaldırım taşlarını sayarak yürüyorum artık, utanıyor muyum bilmiyorum. Yaralıyım ve yalnız kalmak istiyorum. Üşüyorum, hem de çok üşüyorum. Üç beş kelime yazarsam mutlu oluyorum...
Kapıyı açtın... Bir gülü kopardın dalından. Kapıyı açtın ve bir bıçak delip geçti kalbimi. Bir koca özlem attı kendini derin bir uçurumdan. Bir umut yazmıştım denizlere, kapıyı açtın ve dalgalandı deniz. Bir sızı, ince bir sızı saçıldı gözlerinden gözlerime. Baktın, bana baktın ve içimi kanattın. Dermansız dizlerimle ayaklarına kapanmak istedim. Saçlarına tutundum... O ne uzun bir andı öyle, o ne uzun bir bakıştı. Gurur ve kibir iki iyi dost oluvermişti güzel yüzünde. Ellerimi uzatınca dokunamayacağımı bilmek kızgın lavlar denizinde yüzmek gibiydi. Ama çırpınıyordum yine de. Çırpındıkça eriyordum. Ve sen bana bakıyordun. Gülüyordun... Her bir kahkahan bir hançer gibi saplanıyordu yüreğime. Sıradan oluyordum o an, bir sokak köpeği dostum oluyordu. Aynı havayı soluyordum artık herkesle. Ne çok, ne çok ağlıyordum. Yağmur oluyordum, sel oluyordum, ellerimde birikiyordum. Bir dostum haklı yanımı teselli ediyordu, hayalini yerden yere vuruyordu. Bense o an pek çok cam kırmaktaydım yumruklarımla. Ellerim kanıyordu. Akan kanlarımı beyaz bir zarfa koyup sana gönderiyordum. Sense o zarftan kâğıt uçak yapıp sevdiklerine fırlatıyordun. Onlar da gülüyorlardı. Tüm dünya gülüyordu. Bir ben ağlıyordum. Sen, gülüyordun...
Follow me on Twitter